Tarih boyunca tekerrür etmiş 6 olay


Biz insanları diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğimiz, sanılanın aksine belki de aklımız ve düşünme şeklimiz değil de, kibrimizdir. Bunu söyleyen biz değiliz; ancak yine bizim eserimiz olan, belgelerle desteklenen tarihin ta kendisi. Gelin ne demek istediğimizi anlamanız için tarihin tozlu sayfalarında ufak bir yolculuğa çıkalım.

İspanyol asıllı Amerikalı filozof George Santayana’nın da dediği gibi, “Geçmişi hatırlayamayanlar onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar.“ Tarih boyunca ‘felaket’ olarak nitelendirilebilecek olaylardan asla ders çıkarmayıp, aynı hataları tekrar tekrar yaptığımızı düşündüğümüzde, bu söze hak vermemek elde değil açıkçası. 

Yaşadığımız kötü tecrübeler, hatalarımızdan ders çıkarıp bir dahakine ne yapmamız gerektiğine dair bize yol gösterici olurlar. Bir bardak bol buzlu su mu içtiniz? Ertesi sabah boğazınız ağrıyarak uyandığınızda bir dahakine suyu ılıştırarak içmeniz gerektiğini bilirsiniz. 

Biz insanlar her zaman diğer canlılara göre daha hızlı gelişebilmemizle övünürüz; ancak bazı tarihi olaylar var ki “Gerçekten de öyle mi acaba? “ diye sorgulatıyor. Ne yazık ki sonuçları bir bardak buzlu suyun neden olduğu boğaz ağrısından çok daha ağır. 

İşte tarihin en kötü şekilde tekerrür ettiği 6 olay: 

  • Yanlış askeri hesaplamalar 
  • Ekonomik krizler 
  • Suikastler 
  • Soykırımlar 
  • Pandemiler 
  • Kitlesel yok oluş 

Yanlış askeri hesaplamalar 

'Sam amca' savaş propagandası

Çoğunluğunu henüz çocuk yaşta gençlerin oluşturduğu askeri ordular; tarihin başlangıcından bu yana, insanlığın kendi açlığını doyurmak adına birbiri ardına çıkardığı savaşların faturasını belki de en ağır ödeyenlerdi. Orduları yönetenler ve orduları yönetenleri yönetenler, savaşa katılmayanların kendilerine ‘erkek’ demeye haklarının olmadığı gibi belli ideolojilerin ardına saklanıp sistematik bir şekilde genç erkeklerin beyinlerini yıkadı ve onları tekrar tekrar savaşa gönderdi. Savaşa gidenler kendilerini vatanına hizmet eden birer kahraman olarak görseler de, savaşı yönetenlerin gözünde çoğu zaman tek kullanımlık ‘ürün’lerden farksızdılar.  

Savaş propagandalarından bazıları

Tarihin gördüğü sonucu en ağır yanlış askeri hesaplamalarından ikisine, ayrı ayrı Rusya’yı fethetmeye çalışıp başarısız olan Napoleon Bonaparte ve Adolf Hitler örnek verilebilir. Bu iki adamın son derece korkunç insanlar olduğu ve kaybetmelerinin insanlık için en iyisi olduğu doğru; ancak öyle ya da böyle savaşa katılmaya zorlanmış deneyimsiz genç askerlerin de bu akli dengesi bozuk adamların yolunda telef olduğu gerçeği de var. 

Napoleon ve ordusu

Haziran 1812’de Napolyon, eski müttefiki Çar I. Alexander‘ın yönetimindeki Moskova‘yı işgal etmek için 600.000 kişilik bir ordu kurdu; ancak bu devasa orduya zarar veren şey düşman askerleri yerine hiç hesapta olmayan başka bir şeydi: Tifüs hastalığı taşıyan bitler. Tifüse ve siper ateşine rağmen, oldukça zayıflamış olan Fransız ordusu 14 Eylül’de Moskova’ya ulaştı ve büyük ölçüde boşalan şehirde zafer ilan etti; ancak dönüş yolculuğunda, sıcaklıkların -30 dereceye kadar düşmesiyle binlerce asker ve at donarak öldü. 600.000 askerlik ordudan eve geri dönebilmeyi başaranların sayısı ise sadece 100.000’di. 

Adolf Hitler

Takvim 1941 yılının Haziran ayını gösterdiğinde ise bu sefer Hitler’in ordusu, Rusya’yı işgal etmek üzere 2. Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirecek olan Barbarossa Harekatı’na başladı. Napoleon hakkında bir sürü kitap okumasına rağmen, birkaç ayda zafer elde edeceğini düşünen Hitler, birliklerini yaklaşmakta olan kışa hazırlıksız bir şekilde savaşa gönderdi. Dondurucu soğuktan askerleri koruyacak palto ve şapkaların olmaması, birçoğunun cansız bedeninin burunları, parmakları, kulakları ve hatta göz kapakları olmadan eve dönmesi anlamına geliyordu. Nitekim de öyle oldu.

Balaklava savaşı

Bir başka örnek olan Balaklava Savaşı’nda, İngiliz süvarilerin aldıkları emir doğrultusunda öleceklerini bile bile ağır donanımlı Rus ordusuna saldırması, günümüzde hala daha askeri tarihçiler ve stratejistler tarafınca, askeri istihbaratın ve net bir komuta-iletişim zincirinin önemini vurgulamak adına incelenmeye devam ediyor. Ünlü şair Alfred Tennyson’ın uğruna “Charge of the Light Brigade” isimli şiiri yazdığı bu olay, intihar görevi olduğunu bildikleri halde ölüme giden askerlerin içinde bulundukları durumu ise son derece iyi anlatıyor. 

Ekonomik krizler

Borsa düşüşü

2007 yılının sonlarına doğru Amerika ekonomisi hızla düşüşe geçti. Borsa günden güne daha da dibe batarken, artan tek şey işsizlikti. Kitleleri korkutan asıl şey ise, Büyük Durgunluk olarak adlandırılan bu ekonomik krizin 1930’lu yıllarda yaşanan Büyük Buhran ile arasında olan benzerlikti. 

2008 Ekonomik krizi

Her iki ekonomik çöküş de refah dönemlerini takiben yaşandı ve 1920’lerde tüketici kredisi, 2000’lerde ise ipotek borcunu birleştirmek gibi; bankaların yeni yöntemler denediği zamanlara denk geldi. Her ikisinde de ürünlerin satış fiyatları, asıl değerlerinin çok çok üstüne çıktı. Büyük Durgunluk’taki ilk çöküşten sonraki 18 ayda borsada %54‘lük keskin bir düşüş yaşandı.

Büyük buhran'ı protesto eden çocuklar

Tabii genel olarak bakıldığında 43 ay süren Büyük Buhran’da yaşananlar, 18 ay süren Büyük Durgunluk’a kıyasla çok daha kötüydü. Büyük Durgunluk sırasında 443 banka iflas ederken, Büyük Buhran’da bu sayı 9,000 civarındaydı. Bu iki ekonomik felaketin bütün dünya ülkelerini etkisi altına alması çok kısa sürmüş olsa da, bu olaylar sonrasında toparlanmak o kadar da kısa sürmedi ve etkileri hala daha hissedilmeye devam ediyor. 

Suikastler 

Franz Ferdinand

Tarih boyunca yapılan suikastler, defalarca kez şahit olduğumuz üzere sadece suikastin yapıldığı kişiyi etkilemiyor. Julius Caesar’dan Mahatma Ghandi’ye; sayamayacağımız kadar fazla dünya lideri, siyasetçi, sanatçı ve aktivist farklı gerekçelerle suikaste uğradı ve sonuçları bütün dünyada hissedildi. Bu suikastlerden en ünlüsü ise hiç şüphesiz Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın suikastidir. 

Avusturya-Macaristan imparatorluğunun varisi olan Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da öldürülmesiyle imparatorluk, Sırbistan’a karşı savaş ilan etti. Savaşa diğer ülkelerin de dahil olmasıyla 37 milyon askerin öldüğü ya da yaralandığı, dünyayı çok derinden sarsacak olan 1. Dünya Savaş’ı patlak verdi. 

Kennedy, King, Zapata, Gandhi, Lincoln, Malcolm X, II. Nicholas

1865 yılında Abraham Lincoln, 1918 yılında Rusya İmparatoru II. Nicholas, 1919 yılında Meksikalı general Emiliano Zapata, 1963 yılında John F. Kennedy ve 1968 yılında Martin Luther King Jr.’ın suikastleri ise etkisi bütün dünyada hissedilen suikastlerden bazılarıdır. Tarih boyunca suikaste uğrayan insanların çok büyük bir kısmının belli ezilen kesimlere veya genel olarak tüm insanlığa kendini adamış, çoğunlukla sevilen kişiler olduğunu belirtmekte de fayda var. 

Soykırım 

Toplama kampı

Soykırım dendiğinde hepimizin aklına gelen ilk şey çok büyük ihtimalle Holokost’tur. Bu korkunç tarihi olay boyunca Nazi Almanya’sı Yahudiler, eş cinseller ve komünistler gibi Hitler’le aynı dünya görüşünü paylaşmayan milyonlarca insanı katletti. Yaklaşık olarak –belki de çok daha fazla- 11 milyon insanın toplama kamplarında çoluk çocuk ayırt etmeden açlıktan, yorgunluktan ya da direkt idamdan öldüğü düşünülmekte. Durum öylesine vahimdi ki, şimdilerde Almanya’daki okullar, gelecek nesiller de aynı hataları tekrarlamasın diye zorunlu Holokost dersleri veriyor. 

Peki, Holokost’tan bu yana neredeyse iki düzine kadar daha soykırım olduğunu biliyor muydunuz?

Kızıl Kmerler'in kurucusu Pol Poy

Mesela; 1975 ve 1979 yılları arasında Kamboçya’nın Kızıl Kmerler’i yaklaşık 2 milyon kadar siyasi muhalifi öldürmüştür ki bu, ülke nüfusunun üçte birinin katledildiği anlamına gelir. Bundan sadece 15 yıl sonra ise Ruanda’nın Hutu hükümeti, yarım ila 1 milyon arasında Tutsi’yi öldürmüştür. Ayrıca 2010’lu yıllarda da Suriye Devlet başkanı Bashar al-Assad, sırf başta kalabilmek adına kendi halkına soykırım yapmakla suçlanmıştır. 

Pandemiler 

Veba doktoru

Bilimin tedavi bulabileceğinden çok daha hızlı yayılan bir hastalık çıkar ve bütün dünyayı etkisi altına alır. Kulağa klişe bir Hollywood senaryosu gibi gelse de; son iki yıldır yaşadıklarımızın da gösterdiği üzere son derece gerçek ve de tarih boyunca defalarca yaşandı. 

Bu pandemilerden en ünlüsü, üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen adını hala duyduğumuz ‘Kara Ölüm’, yani vebadır. Veba ilk olarak Asya’da ortaya çıktı ve 1340’ların sonlarına doğru da Avrupa’ya ulaşarak milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Salgında kesin olarak kaç kişinin öldüğüne dair kesin bir veri yok; ancak bu sayının 25 ila 100 milyon arasında değişebileceği tahmin ediliyor. Bazı şehirlerde hayatta kalan insan sayısı o kadar azdı ki, geriye ölüleri gömecek kimse kalmamıştı. 

Hadi Kara Ölüm modern tıp gelişmeden önce yaşanıp bitti diyelim… Peki ya sadece 40 yıl önce başlayan ve günümüzde de can almaya devam eden AIDS?  

AIDS

Covid-19 ile birlikte günümüzde devam etmekte olan iki pandemiden birisi olan AIDS; ilk olarak 1920 gibi erken bir tarihte Afrika’da çıkmış olsa da, 1980’li yıllara kadar dünya çapında yayılmadı. UNAIDS’e göre, o tarihten beri de 63 ila 89 milyon kişi HIV pozitif olmuş ve bunların 30 ila 42 milyonu da hayatını kaybetmiştir. Bu da AIDS’in en az veba kadar can aldığı anlamına gelmekte. 

Toplu ölümlere sebep olan pandemilerden bahsedip Hindistan’da çıkan Kolera, 50 milyon can almasıyla 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinde rol oynadığı düşünülen İspanyol Gribi ve her ne kadar pandemiye dönüşmese de çok büyük bir etki yaratan cüzzamdan bahsetmemek de olmaz. 

Pandemi

Asırlardır bu tür hastalıklar hakkında edindiğimiz bütün tecrübe, birikim ve bilgilere rağmen; sağlıksız koşullar, kültürel yanlış anlaşılmalar ve eğitimsizlik nedeniyle hala daha farklı salgınlarla savaşmak zorunda kalıyoruz. Özellikle de Afrika ve Asya’da gelişmekte olan ülkelerde, arada sırada da olsa hala daha veba vakaları çıkıyor. Hal böyleyken kendimize asıl sormamız gereken soru ise şu: Bu geçmiş salgınlardan ders alacak mıyız yoksa sadece kendimizi başka bir salgına mı hazırlıyoruz? 

Covid-19 salgınını ve geldiğimiz noktayı düşündüğümüzde; cevap aslında gayet net bir şekilde ortada diye düşünüyoruz.

Kitlesel yok oluş 

Kretase-Tersiyer yok oluşu

Aslında burada kitlesel yok oluştan kastımız yakın tarihten daha çok jeolojik bir tarih; ancak belki de bu bahsettiğimiz tekrar eden tarihi olaylar arasında en kötü olanı. Neden mi? Çünkü kitlesel yok oluş, Dünya’daki tüm türlerin %75’inden fazlası çok kısa bir sürede yok olduğunda meydana gelir ve bazı bilim insanlarına göre son 500 milyon yılda beş kez yaşanmış olan kitlesel yok oluşun altıncısının da eli kulağında. 

Bilinen en büyük beş yok oluştan en ünlüsü olan Kretase-Tersiyer olayı; bundan yaklaşık 66 milyon yıl önce, volkanik aktivite, iklim değişikliği ve bir astreoit çarpması sonucu dinozorlar dahil tüm türlerin %76’sının yok olmasıyla yaşandı. Ancak bütün yok oluşların ‘babası’; 250,4 milyon yıl önce Sibirya’da yaşanan devasa bir patlama sonucu meydana gelen zincirleme reaksiyonlar sonucu tüm türlerin %96’sını yeryüzünden silen Permiyen kitlesel yok oluşudur. Permiyen yok oluşuyla birlikte Paleozik’ten Mezozoik döneme ve Permiyen’den Triyas jeolojik dönemine geçiş başlamıştır. 

Şimdilerde ise, bazı bilim insanları altıncı kitlesel yok oluşun halihazırda devam ettiğine inanıyor; ancak bu sefer ki yok oluşun en büyük sebebi, karşısında hiçbir gücümüzün yeterli olmadığı doğa değil de, bizlere çok daha tanıdık olan bir figür: Biz. 

İnsanlar

Elde edilen verilere göre, günümüzde türler normalden 3 ila 12 kat daha hızlı bir şekilde yok olmakta. İnsanların doğa ve var olan her canlıyı, sanki var oluşlarının tek sebebi insanlara hizmet etmekmiş gibi bencil ve kontrolsüzce sömürmesi sonucu soyu tükenen canlılar, değişen iklim ve bitki örtüsüyle birlikte çok yakın bir gelecekte geriye pek bir şey kalmayacak ve kalanlar da biz insanlar için yeterli olmayacak. Bencilliğimiz ve kibrimiz sağ olsun, kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlıyoruz. Şu an pek ciddiye almıyor olsak da, kendi aramızdaki savaşlardan kafamızı kaldırıp bir etrafımıza bakabilirsek, insanlığın en büyük savaşının bu yok oluş olduğunu görmek pek de zor değil.

Yok olan dünya

Yaşanan her felaketin ardından bir daha aynı şeylerin yaşanmamasını dilediğimiz halde, bu olayların tekerrür etmemesi için hiçbir çaba göstermediğimiz gibi; tekrar yaşanmaları için de gerekli olan temelleri hazırlıyoruz. Tabii bu yazdıklarımız buzdağının sadece görünen kısmı; bir bu kadar- hatta çok daha fazlası- da yazmadıklarımız var. Peki bütün bunların hepsini göz önünde bulundurduğumuzda, gerçekten de kendimize dünyanın en zeki canlıları diyebilir miyiz?